Hüseyin BOZKURT
Yeminli Mali Müşavir
huseyinbozkurt@firatymm.com
GÖNÜL
Her insanda var olan, herkesi ilgilendiren ve herkesin göğüs kafesinin sol tarafında bir yerde var olduğunu zannettiği GÖNÜL’ den bahsedeceğim. Gerçekten güzel bir kavram, belki de her şeyimiz. O olmasa yaşayamayız. Bazen; gözümüz, yaramız, mutluluğumuz, duygularımızın pınarı, bazen de coşkun akan bir nehirdir gönül. Bir han kadar geniş, iğnenin ucu kadar dardır. Dolan, boşalan, dostlara ve sevdiklerimize açılan kapıdır gönül. İçinde; yaralarımızı, dostlarımızı, yârimizi, sevinç ve sıkıntılarımızı, anılarımızı, sevdiklerimizi ve aşklarımızı saklar, küçültür ya da büyütür.
Halk arasında kalp olarak ifade edilse de, yürek olarak da biliriz onu. Gönül, vücudumuzun neresinde sahi? Göğüs kafesinin sol tarafında mı ? Elbette hayır, ama her nedense orada olduğunu biliriz. Nedeni ise basittir. İnsanoğlu her şeyi beyni ile algılar, düşünür. Yani gönlümüz beynimizdedir. Ama beyinden kalbe doğru bir uyarı gider, hissi oradan yakalarız. Bu uyarı o kadar hızlı ki beyinden algıladığımızı fark etmeyiz çoğu kez. Mesela gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz ama bu yanlıştır. Gören beyindir, gözler sadece kamera gibi çeker beyne aktarırlar. Algılayan, kaydeden beyindir. Bazen iyi gören bir gözdür gönlümüz. Gönül gözümüz, hissederek görür. Kalbimizle sevdiğimizi ve duygularımızı algıladığımızı sanırız. Aslında algılayan beyindir. Duygusal olaylarımız beyinde algılanır ama kalbimizin içinde bir sızı, bir duyu, bir sıcaklık olarak kendini hissettirir.
Gönül; sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır gibi kalpte oluşan duyguların kaynağıdır, yürektir. Gönül, duygularımızın merkezidir. Nerede ararsanız orada çıkar karşımıza. Gönül bağı, gönül yarası, gönül gözü, gönüllenmek, gönlüne göre vermek, gönülsüz, gönül kırmak, gönülden çıkmak veya taşınmak, gönül borcu, gönüllü gelmek veya gitmek, gönül dostu, deli gönül, abdal gönül, soyha gönül, gönül bahçesi, gibi deyimler üretmişiz..
Duygu pınarımız ve duygularımızın konakladığı han olduğu için, duygularımızla yarattığımız halk türkü ve şarkılarında da yerini almıştır gönül. Tıpkı aşağıdaki iki ayrı türkü sözünde olduğu gibi.
Urfalıyam Ezelden Gönül gel seninle muhabbet edelim
Gönlüm geçmez güzelden Araya başkasını alma sen gönül
Göynümün gözü çıksın Ya benim kimim var kime yalvarayım
Sevmez idim ezelden Kaldır kalbindeki karayı gönül
Urfa türküsünde kişi mantığı ile gönlüne kızıyor, duygularına gücünün yetmediğini söylüyor. İkinci Erzincan türküsünde rahmetli Ali Ekber ÇİÇEK, muhtemelen duygularına gel baş başa kalalım kimseyi alma artık diyerek, gönlünün hep birilerince yaralandığını ima diyor. Burada gönül diye, sevdiği kişiye de sesleniyor olabilir.
Aşağıda, Aşık Hüdai ise gönlüne; aşka katlanamayacaksan, hiç girişme ve kimseyi incitme diyor, birinci dörtlükte.
Gönül çalamazsan aşkın sazını Nedir Çektiğim senden Ne perdeye dokun ne teli incit Gönül derdin hiç bitmiyor Eğer çekemezsen gülün nazını Yediğin darbelere bak Ne dikene dokun ne gülü incit Bu da mı sana yetmiyor gönül
İkinci dörtlükte de Orhan Gencebay gönlüne intizar etmiş. Gönlü hep başına dert açmış olmalı ki, yeter artık diemiş. Zaten şarkının ismi “uslan artık deli gönül” dür.
Toplumumuz svegi, muhabbet, duygu, aşk açısından çok zengindir. Bu duygularını da yıllar içinde kimseye anlatamamış. Tepki görmüşüz, engellenmişiz toplumsal kurallar yüzünden. İnsanlar, içinde saklamış ama bir müddet sonra bir türkü, bir şarkı olarak dışa vurmuş. Biz geçmişte öyle bir toplumuz ki bir genç sevgisini ailesine açamaz, açsa bile kabul görmediğinden iletişim kuramazmış. Ama yarimize kavuşamadığımz zaman onu güçlü bir şekilde en çok türkü ve şarkılarda dile getirmişiz. Ne hikmetse bu duyguları iş işten geçtikten sonra kabul eder, bu olaylar üzerine yakılan türüleri de benimsemişiz. İntizar eden o kişiye sonradan sahip çıkmışız. Ama sevgisini yaşamasına baştan da izin vermemişiz. Geçmişimiz bu tür aşk ve sevgi öyküleriyle, destanlarla dolu. Tabi ünlü gönül yarası şarkısına değinmeden gönül anlatılmaz herhalde.
Rabbim bana bir dert vermiş Derdin adı gönül yarası Kapanmıyor sönmek bilmez bilmez Yanar durur gönül yarası
Şarkı ve türkülere baktığımızda, gönül ile mantığın bir çatışma içinde olduğunu, gönlün sevgi ve mutluluğun yanında, insana acılar da yaşattığını ve aklımızın gönül yüzünden yorulduğunu ve ona öğütler verdiğini, onu sanki kontrol etmeye çalıştığını görürüz. Eee, kontrolsüz güç güç değildir. Mantıkla kontrol edilemeyen duygular insanın başına çok sorun açar. Beynin söz geçiremediği tek yer gönlümüzdür. Ne yapmalı peki derseniz? Bir yanda gönlümüzün istediğini, diğer yanda aklımızın istediğini yapmak. Burada da dengeyi iyi kurmak lazım. Ne sırf gönülün arkasına ne de sırf mantığın arkasına takılmadan, mantığımızın kontrolünde gönlümüzü de dinlemeli ve istediğini yapmalıyız.
İnsan duygularını da yaşamalıdır. Zira duygusuz yaşanmaz ki..! Yaşanıyor gibi görünse de eksik kalır bir yanımız. Tıpkı, esintisiz yağmur yağması gibi. Düşünün ki, hiçbir esinti yok ve bulutlar olduğu yerde yağmurları bırakıyorlar. Hep aynı yere. Bir bölge sele kalkarken diğer yerler kuru kalmaz mı? Ya da bulutlar bitene kadar aynı yere, aynı yoğunlukta ve şekilde tekdüze yağmur yağmaz mı? Birde rüzgarın bulutları sürüklediğini düşünelim. Her tarlaya bir miktar yağış bırakarak, herkesi memnun ederek ve kimi zaman sağanak, kimi zaman hafif ve bazen de rüzgara göre eğimli yağmış olmaz mı? Mantığımızı etkin bir şekilde kullanırsak da duygularımızı buzdolabında dondurabiliriz. Bu durum ruh sağlığımızı etkileyebilir. Duygularımızı; duruma ve oluşacak sonuçlarına göre değerlendirerek kontrolümüzün şiddetini belirlemeliyiz.
Gönlümüzü dinleyerek ama mantığımızla da kontrol ederek, tarlamızın hepsini yeterince sulamak mümkün.Gönül bahçemiz ne susuz kalır, ne de sele gark olur. Her şey; gözünüzün gördüğü, yüreğinizin sevdiği, şartlarınızın ve ortamınızın kaldırdığı kadar olsun diyor, gönül tarlanızın esintili yağmurlardan mahrum kalmamasını diliyorum.
|