|
|
|
|
|
Mutluluğu Yakalamak Sizin Elinizde… |
|
|
|
|
|
İnsan olarak bir şeyler yaparken, ya duygularımızla ya da mantığımızla hareket ederek karar verir ve uygularız. Tabi ki bu uygulamalar sonucunda yaptığımız işe göre ya başarılı ve mutlu oluruz ya da başarısız ve mutsuz oluruz. |
Hüseyin BOZKURT
Yeminli Mali Müşavir
huseyinbozkurt@firatymm.com
MUTLULUĞU YAKALAMAK SİZİN ELİNİZDE…
İnsan olarak bir şeyler yaparken, ya duygularımızla ya da mantığımızla hareket ederek karar verir ve uygularız. Tabi ki bu uygulamalar sonucunda yaptığımız işe göre ya başarılı ve mutlu oluruz ya da başarısız ve mutsuz oluruz.
Hedeflerimize ulaşınca, olmasını istediğimiz şeyler olunca, çabalarımızın sonucunda istediğimizi elde edince bundan mutluluk duyarız. Özellikle emek harcanarak yaptığımız işlerin olumlu olmasını isteriz. Örneğin bir sınava çok hazırlanmış isek bunu başarmak bizi mutlu eder. Başarısız olursak ta çok mutsuz oluruz.
Öte yandan, günümüzde bir şeyleri başarmak, çok çalışmayı, emek vermeyi ve zaman harcamayı gerektiriyor. Bir sınav için 3-5 yıl emek harcamak gerekiyor. Bir meslek edinmek için 3-5 yıl staj, sınav ve çalışma maratonları gerekmektedir. Zira, arkadaşlık ve dostlukları pekiştirmek bile aylar ve yıllar almaktadır.
O halde, hayatımızda iş ve meslek seçimi, okul, evlilik vs. önemli konularda bir şeylere karar verirken, duygularımızın etkisinde kalarak mı, yoksa mantığımızın etkisinde kalarak mı karar verilmelidir? Bu çok önemlidir. Çünkü sonuç çoğunlukla neye göre karar verdiğimize göre değişmektedir. Duygular ön planda karar verirsek, genellikle olumsuz sonuçlar elde ederiz. Mantıkla karar verir isek genellikle olumlu sonuçlar alırız. Peki bunun için ne yapmalı?
Öncelikle bir karar vermemiz gerektiğinde; karar vereceğimiz işi, yolu, yöntemi, davranışı “ neden istiyoruz” diye kendimize sormamız lazım. “İstediğim sonuç nedir?” diye sormak lazım. Yine “ bu sonuca varmak için hangi yollardan yürümeliyim ?” “Bu yolla gidersem hangi sonuçlarla karşılaşırım ?” gibi sorulara yanıt aramamız lazım. Ayrıca şu sonuç olmaz ise diğer bir sonuç olabilir gibi ikinci bir planımız olmalı. Yani sonucu düşünüp gördükten sonra, geriye doğru nasıl davranmalı ya da bu sonuca göre hangi kararı almalıyım şeklinde düşünce geliştirilmeli. Bu takdirde “sonuç odaklı düşünmüş” oluruz. Sonucu beynimizde görerek kararı ona göre vermeliyiz. İşte buna “mantıklı karar” vermek denir.
Mantıklı karar verdiğimizde, bu işi beynimizde kabul ettiğimiz için gereklerini de yerine getiririz. Genellikle de bu şekilde olumlu sonuca gideriz. Belki de işin olabilirlik yüzdesini ta baştan görüp, daha az çalışarak o şeyi elde edebiliriz. Zaten olabilirliğini göremezsek o şeyi yapmaya da karar vermemiş oluruz. Onun için mantığa dayalı kararlar genelde olumlu ve başarılı sonuç verirler.
Mantıklı kararlar sonucu başarıya ulaşır, istediğimizi elde edersek bu bizi çok mutlu eder. Zira emeğimizin karşılığını almış oluruz. Bu tür kararlarda duygularımızı fazla yaşamamış oluruz. Ya da bazı şeylerden fedakârlık etmiş oluruz. Belki de keyfimize göre takılmamış olduğumuzdan mutluluğumuzun voltajı düşük ama süresi uzun oluruz. Sonuç da en azından acı ve pişmanlık duymayız.
Duygularımızla karar verirken genellikle bize kolay gelen, o gün için bizi rahatlatan, sonucunun olacağına inanmak istediğimiz (inandığımız değil) , olmasını çok istediğimiz ya da hayalimizde olan şeyleri, düşünmeden karar veririz. Çünkü onların olup olamayacağından çok o sonuçlar ya da o şey bize çok yakıştığı ya da hoşumuza gittiği için onu isteriz. Kararımızı ölçmeden tartmadan olasılıkları görmeden veririz. İşte bu şekilde verilen kararlara “duygusal kararlar” denir.
Duygusal kararlar olmasını istediğimiz şeyler olduğu için onun olmasına kendimizi kaptırır hatta olmuş gibi görürüz. Eksilerini gözümüz görmez. Sağa sola bakmayız. Sonuca odaklanmışızdır. Ufak başarı parçaları ya da olumlu yaklaşım ve durumları gördükçe inancımız daha kuvvetlenir. Yanlışları görmeyiz. Tüm doğrumuz o olur. Bu bir ikili ilişki ise ta ki karşı frene basana kadar böyle gideriz. Sonra rüyadan uyanırız. Bu tür kararların uygulanması sırasında mutluluk doruktadır. Örneğin kopya çeken bir öğrenci düşünün. Yüksek not alır ve çok sevinir. Hocayı kandırdığını, arkadaşlarını geçtiğini sanır. Çok mutludur. Dershaneye gidip arkadaşlarıyla sohbet, sinema, maç vs. işlerle zaman geçirir ise çok mutlu olur o gün ve o an için. Ama ÖSS sınavında gerçekle yüzleşince duvara çarpmış olur. Tıpkı inanarak gerekli araştırmayı yapmamış olan bir kızın, beli bir mesafe kat ettikten sonra bir erkeğin evli olduğunu öğrenmesi gibi.
Duygularla verilen kararların uygulanması sırasında mutluluk çok yüksek voltajda ama kısa süreli olur. Genellikle sonuç olumsuz olur. İstisna olarak olumlu olanlarda çıkabilir. Ama oranı düşüktür. Bu tür kararların sonuçlarında yüksek mutluluktan sonra bir fırtına, duvara çarpma ve keşkeler ile dolu bir sepet soru ve tonlarca acı kalır. En kötüsü de kaybedilmiş zamanlar.
Sevgili okuyucular hayatta para ile alınamayan, geri yaratılamayan ve geri döndürülemeyen tek şey zamandır. Genç nesillerin bir şeylere karar verirken, her zaman mantıklı düşünmelerinde fayda vardır. Eğer, üzüntü yaşamak istemiyorsanız.
Tabi ki kişilik yapısının karar verme de etkisi büyüktür. Bazı kişiler genellikle duygusal, bazıları da hep sonuç odaklı karar verirler. Duygusal karar verenlerin, bir nebze her kararın için tuz kadar da olsa mantığı katmalarında fayda vardır. Zira zaman kaybınızı ve sonra yaşayacağınız acıları önlemiş olursunuz.
Yaşam çok kısa aslında. Yaşanmış olaylar, alınmış yanlış ya da doğru kararlar sonuçta alınmış ve uygulanmıştır. Onlar için yapılacak bir şey yok. Ama şu anda duygusal olarak aldığınız kararları tekrar mantık süzgecinden geçirerek, devam etmesini önleyebilirsiniz. Zira zaman kaybınızı azaltır ve acılarınızı hafifletirsiniz.
Öte yandan yaşanmış acı ve tatlı anlar ve kararların sonuçları için hiç pişmanlık duymayın. Zira yaşadığınız acılar yanında yüksek voltajlı mutlu anlarda vardır. Geri dönüşü de yoktur. O halde bu acılar yanında da olsa mutlulukları yaşadığınız için sevinmeli ve olduğu gibi kabul ederek, bundan sonra kararlarınızı mantıklı vermelisiniz. Bu yanlış kararların uygulanması sırasında öyle şeyler yaşanır ki; belki bu anlar aklınızın bile alamayacağı hatıralarıyla birlikte yaşanmıştır. Çünkü onu siz yaşamışsınız. Bu mutluluklar da sonuçta kazançtır. Belki, mantığınızla isteseniz o mutluluğu yaşayamazsınız. Yanlışlar içinde doğru ve olumlu şeyleri bulmalısınız. Kopya çekerken yaşanan şu hazzın yüksekliğini düşünün. Evet, yanlıştı ama bir defa yaşamışsınız. Ama bundan böyle yaşamamaya bakın. Çünkü gerçek hayat devam ediyor ancak siz geri kalmaya devam etmeyin. Unutmayın, acılardan kurtulmanın yolu, yanındaki mutluluklar ve anılarıyla birlikte kabullenmekten geçer.
Duygularınız mantıkla yoğrulduğu ve kararlarınıza yansıdığı mutlu bir iş, meslek ve özel yaşam dileğiyle…
|
Bu Haber 212015 Defa Okunmuştur...
|
|
|
|
|
Bu Yazı İçin Yapılan Yorumlar |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mutluluk nedir yada nasıl olmalıdır diye zaman zaman düşünürüm.Oysaki standart bir tarifi olmadığını biliyorum. Asıl olan mutluluğu fark etmemizde yatıyor aslında.
Neden mi,çünkü etrafımıza dikkatlice bakarsak aslında bizi mutlu edecek o kadar çok şey var ki hayatımızda. Öncelikle sağlıklıyız,nefes alıyoruz,her bir nefeste içimizi dolduran tertemiz hava bile bizi mutlu etmeye yetmeli aslında. Çünkü bizler dünya üzerinde yaşayan ölümlüleriz. Nerede ,ne zaman, hangi konumda ve hangi sebepten öleceğimizi bilmeden , bilemeden yaşıyoruz. Hoş zaten ne zaman öleceğimizi bilsek nasıl olurdu acaba diye , oturup şöyle bir düşünmek lazım. Önümüzde çok kısa bir süremiz varsa ona göre dolu dolu yaşar, uzun senelerimiz varsa daha mı yavaştan alırdık hayatı ve yaşamayı? Asıl olan yarın ölecekmişiz gibi hayatın her dakikasından zevk alabilmek. Ama nerdeeeee....bizde o şevk. Öyle olmalıyız diyoruz da, iş uygulamaya gelince işte orada sınıfta kalıyoruz aslında.
Mutluluk fark etmektir, etraftaki güzellikleri görebilmek ve hemen her şeyin tadını çıkarabilmektir.İnsan nasıl susuz kaldığında bir bardak suyu kana kana içiyorsa,hayatı öylesine kana kana yaşamalı,tıpkı ağzımıza aldığımız lezzetli bir yiyeceğin tadını çıkara çıkara yemek gibi,tıpkı sıcak yaz güneşi altında serin masmavi denize daldığımızda hissettiğimiz o enginlik gibi ...Dolu dolu mutluluğun tadına varmalı.
Yaşıyoruz, her gece yatağımıza yatarken ki iç huzuru ile sabahları uyanabiliyorsak eğer, hayat güzel ve yaşanılası demektir. İnsanın her an , her dakika nefes alışında bile belki de şükretmesi gerekiyor yaşadığına.
Neden mi? Çünkü hayata, sadece evet sadece bir pamuk ipliği ile bağlıyız.
Gece yatıp, sabaha uyanamamak, evden dışarı çıkıp geri dönmemekte var aslında. O halde her saniyenin tadını çıkarmalıyız. Çünkü zaman öylesine hızla geçip gidiyor ki hayatımızdan. Zamanı durdurmak yada geri getirebilmek ne yazık ki mümkün değil. O nedenle en iyi şeylerimizi yarına saklamanın, en güzel eşyalarımızı kullanmadan sadece seyretmenin, ya da en basitinden aldığımız keyifli bir yiyeceği yarına, sonraya saklamanın hiç mi hiç gereği ve nedeni yok. Yarın yiyemeyebilir, giyemeyebilir, ya da hiç kullanamayabilirsiniz.
Yaşayın dolu, dolu ve yaşarken sanki yarın hiç yokmuşçasına keyif alın yaptıklarınızdan, keyiflerinizi ertelemeyin. Keyiflerinize sevdiklerinizi de ortak edin, aynı tadı,aynı hazzı onların da alması için yardım edin. Öncelikle kendinizle barışık olun,hayatla barışık olmak için ilk şart bu.
Kendinizi sevin, en güzel özelliklerinizi ortaya çıkarıp kendinizi çok sevin,şımartın arada bir de olsa. Sizi sizden başkası daha iyi anlayamaz,sevemez buna inanın. Çıkın evinizden dışarıya ve etrafınızdaki güzellikleri görmeye çalışın. Sadece bakmayın gelişigüzel, baktığınızı görmeye çalışın.Sevin çevrenizi,çiçekleri,kuşları ,insanları,herkesi,herşeyi.
Siz sevdikçe, bir ayna misali sevginizin, neşe ve mutluluğunuzun size doğru geriye yansıyacağını göreceksiniz.
|
|
Dostum birden soruverdi: "Bir insanın mutlu olduğu nasıl anlaşılır?"
Şöyle düşünmüş olmalıyım:
"Bilmem, gözlerinin parlaklığından, neşesinden, belki yüzüne vuran iç aydınlığından."
Dostum hepsini kabul eden ama yeterli bulmayan bir el işareti yaptı:
"Bunlar doğrudur. Mutluluk saklanamaz. Mutluluk insanın içinden sızar, bir yerlere girer, orayı değiştirir. Bir de kokusu vardır. Bilir misin, mutluluk kokar."
"Mutluluğun kokusu mu? Doğrusu duymamıştım."
Dostum anlayışla baktı:
"Doğrudur, duymamışsındır. İnsanlar pek fark etmezler. Oysa, her ruh halinin kendine özgü bir kokusu vardır. Eğer insanlar koku duyularını kaybetmeselerdi, bunları da bilirlerdi. Ama birçok şey gibi bunu da kaybettiler."
"Yani, önceden biliyorlar mıydı?"
"Elbette, biliyorlardı. Bak hayvanların birbirleriyle iletişim kurmalarında koku nasıl önemli bir rol oynar."
"Evet ama konuşamadıkları için."
Dostum biraz sabırsız sözümü kesti:
"İnsanlar konuştukları için artık kokuya gerek duymuyorlar değil mi? Şimdi sen bana insanların konuştuklarını mı söylüyorsun?"
Artık yanıt vermiyordum. Dinlemeyi sürdürdüm. Dostum:
"Sen de biliyorsun ki insanlar gerçekte konuşmuyorlar. Konuşur gibi yapıyorlar. Öğrendikleri sözcükler var. Birbirlerine onları söylüyorlar.
Gerçekte çok azı, çok az zaman için konuşuyor. Onlara da dikkat et, duygu sözcükleri yoktur. Birbirlerine söylemeleri gereken sözleri söylerler. Onun için de çoğunluklar birbirlerini dinlemezler. Gerçekte konuşmayan, gerçekten dinlemeyen insanlar iki önemli iletişim aracını da kaybettikleri için artık anlaşamıyorlar: Koku ve dokunma. İşte gerçek iletişimin iki yolu. İnsanlar ikisini de unuttu."
Onu biraz kışkırtmayı denedim: "Şimdi insanların birbirlerini koklamalarını mı söylüyorsun?"
Umutsuz ve kırgın bir bakışla baktı:
"Keşke ne dediğimi anlasalardı da söyleseydim. Koklamak, öyle incelikli bir duygudur ki, bugünün insanına öğretilmesi gerekir. Zavallı koku alma duyumuz. Öylesine kötü kokularla bozuldu ki, yeniden eğitilmesi gerekiyor. Biliyor musun, insanlar insan kokusunu bile alamıyor. Bir kadının kokusu. Bir erkeğin kokusu. Çocuğun kokusu. Yaşlı insanın kokusu. Umudun kokusu. Bezginliğin kokusu. Hayata kırılmanın kokusu. Mutluluğun kokusu. İnsanlar bütün bunları unuttular. Dokunma da öyle, insanlar bunu da unuttu. Bir elin el üstüne konması. Bir omuzun omuza dayanması. Bir sırtın sırta dayanması. Ayakların birbirine sarılması. Bedensel dokunma. Unuttuğumuz ne çok şey var."
Günümüz insanını savunmak istedim:
"Ama sözcükler var, yazı var. Belki o yüzden unutmuşuzdur."
Dostum biraz dalgınlaştı:
"Evet, yalanların aracı sözler, yalanların aracı yazılar. Bir türlü içimizden geleni söylemeyi, yazmayı bilemediğimiz için yalanlarımızın aracı olanlar. Beden yalan söylemez, dokunuşun yalan söyleme. Bunlar gerçekleri iletir. Sadece gerçekleri.
Parfüm dünyasının gerçek bir uzmanı şunları söylemişti: 'Parfümler, doğanın verdiklerine insan ustalığının katılması ürünüdür, ama hiçbir parfüm kadın tenine değmeden gerçek bir koku değildir. Parfüme kişiliğini veren, kadının özel ten kokusudur. Onun için de parfüm her kadında birbirinden farklı özellikler kazanır. Parfüm sürmenin ustalığı, bu karışımın oluşmasına yardımcı olacak ölçüde sürmeyi bilmektir. Böyle sürülmediği zaman kadın sadece parfüm kokar, ama sürmesini bile kadının kendisi kokar. Önemli olan da parfüm değil, kadının özel kokusudur. Bu özel kokuyu kadının giydiği eşyaların durduğu gardropta, çamaşırlarında, özel yerlerinde bulabilirsiniz. Dikkat edin, özel kokusunu tanımadığınız hiçbir kadını gerçekte tanımış sayılmazsınız.'
Ne yazık ki insanın kokusuna önem vermeyi bilmiyoruz. Sonra bir gün 'mutluluğun kokusunu' tanıyacaksınız. Tenin hafifçe pembeleştiğini göreceksiniz. Güneşin ilk ışıklarına eşlik eden toz pembedir bu. Mutluluğun biraz utangaç, biraz ürkek, biraz çekingen başlayan, ama sonra cesaretle yayılan, güç veren, kendini duyuran özel pembesi. Bu pembeliğin üzerine dikkatle bakacaksınız. Orada buğulu bir nemlenme göreceksiniz. Hep uçan, hep havaya karışan, hep yenilenen uçucu bir nemlenme. Görenlere 'Sende bir şey var, âşıksın galiba!' dedirten bir bahar tazeliği, filiz tadı. Yaklaşın o tene. Yaklaşın ve mutluluğun kokusunu duyun. Birbiriyle uyum içinde binlerce kokunun süzülmüş kokusunu duyun. Pembeden eflatuna, deniz mavisinden güneş sarısına değişen gökkuşağı renklerindeki özel kokuyu. İnsanı rahatlatan, dinlendiren, coşturan, kıpırdayan, susturan, konuşturan mutluluk kokusunu duyun. Dünyanın en güzel kokusu budur. Bebeğin annesinden aldığı koku budur. Annenin bebeğinden aldığı koku budur. Seven insanın sevilen insandan aldığı koku budur. Ama bu koku kendiliğinden olmuyor. Buna emek vermek gerekiyor. Sabahların, gecelerin, gün ışıklarının birbirine karşıması gerekiyor. Umutsuz günlerde, umutlu günlerde birbirinin değerini bilemek gerekiyor. Mutluluk kokusu dağlarda, ırmaklarda değil. Bu koku yalnız insanda. İnsanın insanda yarattığı koku bu. İnsanı insan kılmanın kokusu. Sevginin kokusu. Güvenin kokusu. İyi ki sen varsın kokusu. Keşke şimdi yanımda olsaydın kokusu. Seni seviyorumun kokusu, beni seviyorsunun kokusu...
Bir gün mutluluğun kokusunu tanıyacaksınız. O zaman daha da mutlu olacaksınız, biliyorum.
ALINTI |
|
mutluluğa ulaşmak konusunda iki tercihimiz var
Ya planlı proğramlı mutluluğu hedef alarak başarılı olacağız. Yada rastgele bir yaşam sürüp mutsuzluğu kapıda hazır bekleteceğiz.
Sayın BOZKURT ilkini seçenlerden bu nedenle kendisini kutluyorum |
|
""Belki de keyfimize göre takılmamış olduğumuzdan mutluluğumuzun voltajı düşük ama süresi uzun oluruz...""
İşte bu en güzel ve en doğru şey...
Emek verilen şeyden muhakkak sonuç alırız, aldığımız sonuç, havalara uçuracak nitelikte olmaz, tabi bize göre... Mutluluk bir anlık, bir bardak soğuk su içmeye benzer, ama huzur, ömrümüz boyunca bizi besleyen bir duygu. Önemli olan huzur’ u yakalamak. Bunun için yürüdüğümüz yolda, ilk önce kendimize karşı dürüst davranmalıyız. Çünkü insan en çok kendini kandırır. Gerçekleşmeyen başarının muhakkak sebebi vardır. İçimize gerçekten sorarsak cevabını da çözümünü de bulacağımızdan eminim.
Teşekkürler... Yine güzel bir konu....
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|