Hüseyin BOZKUT
Yeminli Mali Müşavir
huseyinbozkurt@firatymm.com
EFENDİ ÇOCUK, MIKNATIS VE SÖRF
Günümüz anne ve
babalarının, zihinlerini en çok yoran konulardan biri; şüphesiz evlerinde
oturan gereğinden fazla efendi çocuklarıdır. Bu günün anne ve babaları 1950’li
ve 1960’lı yıllarda kendileri de çocuktu. Bu nesli yetiştiren anne ve babalar
ise; genellikle ya okur yazar ya da en fazla ilk okul mezunu olan 1920-1930’lı
yıllarda doğan bireylerdi.
Kurtuluş savaşı sonrası bu nesil; yokluğu, savaşları, kıtlığı yaşamış
bir nesildir. Bu neslin doğup büyüdüğü
dönemlerde; ülkemizde sanayinin, eğitimin, tarımın gelişmediği bir dönem.
Savaşların yaralarının sarıldığı, toprağın ilkel koşullarda işlenmeye
başlandığı yıllar. Bu yıllarda toplumun %73;’lük kısmı köy ve kasabalarda
yaşıyordu. Kendi evlerini kendileri yapıyordu. Evi kendileri yaptığı gibi,
ördükleri duvarın kerpicini de, harcını da kendileri doğadan (topraktan) yaparlardı.
Elektriğin olmadığı, TV ve hatta radyonun olmadığı günlerde büyümüş ve bizim
kuşak çocukları da o yokluklarda büyütmüşlerdi. Öyle ki o yıllarda insanlar;
ekmeği bakkaldan almak bir yana, tarlayı kendileri hayvanlarla sürer, buğdayı
eker biçer, döverdi. Elde ettiği buğdayı komşu bir köye hayvan sırtında
götürerek değirmende öğüttürür, un elde ederdi. O undan her gün taze ekmek
yapar yerdi. Yılda bir iki defa şehre giderdi. Giysi dışında şehirden bir şey
alınmazdı. Ya da doktora gidilirdi. Yiyecekten, hayvanından, meyvesinden tutun
her şeyini kendileri yetiştirirdi. En fazla
komşusu ile takas ederdi.. Bizim neslin babaları hem marangoz, hem
çiftçi, hem ayakkabı tamircisi, hem yapı ustası, hem tamirci, her şeyi bilen
bir adamdı. Annelerimiz aşçı, terzi, temizlikçi, çiftçi, fırıncı, kilim
dokuyucusu ve babalarımızın baş yardımcısı idi.
İşte bu nesille
yaşamaya başlayan biz anne ve babalar; onların
yaşadıkları yokluk ve zorluklar içinde, onlardan öğrendiğimiz bilgilerle
yetiştik. 4-5 yaşlarında verilen sorumluluklar ve işleri yaparak piştik. Aynı
zamanda okumaya başladık. 1960 larda bir yandan okurken, köydeki işlerimizi de
yapmaya devam ettik. Derken radyo ve TV’ler ile tanıştık. Bizde okumaya (tahsil
görmeye) karşı bir istek vardı. 1960’lardan sonra revaçta olan okuma ve Devlet
memurluğu, bir idealdi. Tahsillerimiz bitince 1970 ve 1980’ lerde bizler
evlenerek, babalarımızdan farklı olarak şehirlere yerleştik. Zaman zaman onları
da şehir yaşamına zorladık. Şehirlerde yeni ve modern yaşam şeklini öğrenip
uygularken, bir yandan da; köydeki yaşamımızdan kopmadık. Bu yüzdendir ki;
bizim nesil eşeğe de biner, uçağa da. Kendi oyuncağımızı kendimiz yaparken, bu
gün, en modern oyuncak ve aletleri de
kullanmayı öğrendik. Anne ve babalarımız sadece eşeğe binmeyi bildiği halde,
bizler otomobillerimizle hayatın kolaylıklarını öğrendik, onlara da sunduk bazılarını.
Bizler, anne ve
babalarımızın bildiklerini, kullandıkları eşyaları da öğrendik, onların
bilmediği yeni şeyleri de öğrendik. Bu yüzden onlardan daha çok bilgiye sahip
olduğumuzdan, bir çok konuda onlardan daha öne çıktık. Okullarda okurken biz
karar verir, sınava biz gider, velimiz yoktu, derslerimizi ve ödevlerimizi
kendi başımıza yapardık. Bu durum bizi çok geliştirdi.
Derken,
1970’lerin sonu 1980’lerin başlarında çocuklarımız dünyaya geldiler. Bizler o
tarihe kadar hem babalarımızın çektiği zorlukları çekmiştik, hem de kendi
dönemimizin zorluklarını. Bu arada iş güç sahibi olup, azda olsa para da
kazanıyorduk. Bu yüzdendir ki; 1980’lerden sonra çocuklarımızı korumacı,
sıcaktan soğuğa çıkarmayan, aman çocuğum yorulmasın diye mahalle fırınına bile
göndermedik. Onlarda gitmediler, büyüyünce de gitmek istemediler. El bebek gül
bebek yetiştiler. Aman okusunlar, adam olsunlar dedik. Biz zor şartlarda okuduk
bari onlar iyi okusunlar dedik. İmkanlarımızın ve teknolojinin, giyimin kuşamın
en iyisini onlara sunduk. Dershane ve özel ders aldırdık. Sınav sistemlerinin
yanlışlığı yüzünden, bu çocukları sadece ders çalışan sosyal ilişkilerden uzak
bir yarış atı gibi yetiştirdik. En ufak bir terslikte kendilerini güçsüz
hissettiler.
Öte yandan,
çocuklarımızı sıkıştırmadık, tolerans gösterdik. Onları anlamaya çalıştık. Böylece
rahat, sıkıyı görmemiş, özgürlükçü ve dürüst gençler yetiştirdik. Dışarıdan
fazla etkilenmedikleri ve bizlerle arkadaş oldukları için EFENDİ bir gençlik
yetişti. Çok rahatlar ama zora geldiklerinde pes eden, okul ve iş beğenmeyen,
özgürlüğünü ön planda tutan ve dışarıya karşı girişken olmayan, bu özellikleri
nedeniyle hayattan çekinen ve korkan gençler yetiştirdik. EFENDİ ama CESARETSİZ.
Bu korkular
onları yanlış karar alma, aldığı kararı değiştirme, doğru kararı bile zorluk ve
korkular yüzünden etkin uygulamamak onları başarısızlığa sürüklemiştir. İstisna
gençler olmakla birlikte geneli bu durumdadır. Bizim kuşak, sorgulamadan ne
bulursa çalışan, kısa yoldan iş güç sahibi olan, sorgulamadan çalışan bir nesil
olduğu için başarılı da oldu. Halbuki ders anlamında onlar bizden çok
çalıştılar. Ama bu dersler tek taraflı onları yordu. Kararsız ve cesaretsiz
yaptı.
İşte bu
yüzdendir ki; bizim çocuklarımız sevmedikleri bölümde okuma, eğitimi uzatma,
meslek seçememek, iş alemine katılamamak, seveceği ve mutlu çalışabileceği bir
işi bulamamak ve netice itibariyle hayata geç kalmak onların psikolojilerini etkiledi.
Biz anne ve
babalar iyi niyetle ve farkında olmadan,
çok korumacı bir nesil yetiştirdik. Esas suçlular bizleriz. Ama bu günkü gençler;
dürüst, efendi, demokratik, barışçıl birer birey oldukları için onları
kutluyorum. Ancak, hayata geç kalma ve korkuları için yapmaları gerekenler ise; biraz sorgulamaktan vaz geçerek, en
azından verdikleri kararın arkasında durup, etkin bir şekilde çalışmaktır. Kısa
bir zaman sürecinde sorgulamadan çalışmaları halinde, başarı gelmeye
başlayacaktır. Başarı kendine güveni, güven daha çok çalışmayı, çok çalışmak
onları negatif düşüncelerden kurtaracaktır. Böylece ferahlayan, düşünce ve
korku zincirlerini kıran beyin daha fazla üretmeye, sevmeye, sevilmeye,
farklılıklar yaratmaya, güzel düşünceler üretmeye zaman ve imkan bulacaktır. Unutulmamalıdır
ki; bataklıkta hiçbir meyve yetişmez. Düşünce kargaşasında ve kararsızlığında
hiçbir güzel düşünce üretilemez. Kişi ne iş olursa olsun bir işin ucundan
tutarsa tüm olumsuz düşünce ve uğraşılardan arınacak ve mutlu bir hayat
yolculuğuna devam edecektir.
Sevgili gençler
bizler sizi, fazla özgür ve korumacı yetiştirmiş olabiliriz. Yeterince hayata
dair sorumluluk vermemiş olabiliriz. Bir koşu atı gibi sadece derse
yönlendirmiş olabiliriz. Ama tüm bunları sizleri sevdiğimizden ve bizim
yaşadığımız sıkıntıları siz yaşamayın diye yaptık. Bizim baba ve annelerimiz
bizim varlığımızdan bile habersizlerdi. Ama biz sizlerle arkadaş olduk.
Hayatımızı hep sizlere adadık. Hem kendi baba ve annemize hem de sizlere öz
veride bulunmaktan kendi hayatımızı yeterince yaşayamadık. Birazda eğitim
sisteminin getirdiği doğal sonuç. Dersten başka bir şey düşünmeyen a-sosyal bir
gençlik geliştirdik.
Ama şu anda biz
anne ve babalar özellikle Gezi Parkı direnişlerinden sonra siz gençliğin
aslında ne kadar üretken, EFENDİ, özgürlükçü, demokratik, hoşgörülü ve
uzlaşmacı olduğunuzu gördük. Hayattan korkmayın, çalışın, okuyun. İdealinizi
bulamamış olabilirisiniz ama dönüp anne ve babalarınıza bakın. Ne bulmuşlarsa
yemişler-giymişler, ne bulmuşlarsa okumuşlar ve hayata bağlanarak, iş kurarak
mutlu bir yaşam oluşturabilmişlerdir. En
kötü çalışma, en kötü tahsil, en kötü uğraşı boş oturmaktan, kararsız kalıp
düşünmekten iyidir. İşinizi veya okulunuzu sevmeyebilirsiniz ama dönüp bakın o
okulu kazanamayan ve ideali olan kaç milyon insan var. Onlar ne yapsın peki?
Sadece okulunuzla yetinmeyin, sosyal kültürel yönden yapacağınız çok şeyler
var. Bir şeylerle uğraşın boş zamanlarınızı doldurun. Öğrendikçe, gelişecek ve
hayatın ne tatlı olduğunu göreceksiniz. Unutmayın, cesaretli, umutlu, çalışkan
olan her birey; diğer bireyleri mıknatıs gibi yanına çeker. Pısırık, işsiz,
güçsüz, kararsız insanlardan negatif elektrik almamak için herkes uzak durur.
Hayatınızı iş yapan değil, başkasından iş bekleyen insanlar olarak heba
etmeyin. En eğitimli insan bile bir iş başarmak zorundadır. Kimsenin bu hayatta
bir kenarda oturmayı tercih hakkı yoktur. Hayat güzel akan bir pınar
gibidir. Akıp gider… O pınardan yüzden
fazla açıdan fayda sağlayabiliriz. Suyu içersiniz, yıkanırsınız,
hayvanlarınıza, bitkilerinize verirsiniz. Az ise gölet yapıp, suyu hem
depolarsınız, hem de kayıkla yüzersiniz. Elektrik üretirsiniz. Her şey sizin
elinizde. SÖRF’te yapabilirsiniz. Ne yapacağınızı ise bilginiz, kültürünüz,
öğrendikleriniz belirler. Yani sizin elinizde… Sadece pınardan su içmek için ve
duş için de faydalanabilirsiniz. İsterseniz tüm saydıklarımızı yapabilirsiniz.
İşte pınar.. İşte siz.
Öte yandan MIKNATIS olmakta SÖRF yapmakta gerçekten ve sadece sizin
elinizde. Azıcık kabuğunuzu kırarak, eski, olumsuz ve kararsız düşüncelerinizi
yıkın, aldığınız bir kararın peşinden gidin, sorgulamayın, inanın bu şekilde
yürüdüğünüzde yolda çok güzel şeyler göreceksiniz EFENDİ ÇOCUKLAR. MIKNATIS olmaya ve SÖRF öğrenmeye ne dersiniz?
|