Hüseyin BOZKURT
Yeminli Mali Müşavir
huseyinbozkurt@firatymm.com
DENETİM VE EMPATİ
Denetim kavramının tanımını, bir çok şekilde yapmak mümkündür.En basit tanımı ile denetim; yapılan ya da yapılmakta olan bir işin- eylemin önceden belirlenmiş kurallara ve şartlara uygun yapılıp yapılmadığının kontrol edilmesidir. Amacımız, denetimin anlamını, sade bir şekilde algılamak,algılatmak ve uygulanmasını sağlamaktır.
Denetim, hayatımızın her alanında olması ve eksiksiz uygulanması gereken bir olgudur. Denetimi çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür. Bunlar; iç-dış denetim, kişisel -kurumsal denetim, cari-sonradan denetim, bağımlı-bağımsız denetim, öz denetim-başkasını denetim, kamu-özel denetim,sınırlı-tam denetim gibi sıralanabilir.. Bu ayrımların hepsi önemli ve gereklidir. Bu makalemizde bu denetim türlerinden diğerlerine göre daha çok karşılaştıklarımızdan ve bizim için gerekli olanlarından bahsedeceğiz. Bu türlerden, muhasebe ve vergi denetimi ile iş yönetiminde denetim son derece güncel olup, ileriki tarihlerde yazılarımıza konu edilecektir.
“İş Yönetimindeki Denetim çok önemli olmasıyla, bu günkü makalemizin temelindeki iki unsurdan biri olacak.İş yönetimi konulu kitaplarda YÖNETİM, planlama ile başlayıp denetim ile biten 5 unsurdan oluşan bir faaliyet olarak belirtilir. Yani herhangi bir işe başlarken içinde planlama olmalıdır ve planlama işin ilk basamağı olmalıdır. Sonra diğer bölümler ve en sonunda yapılan işin denetlenmesi ile sonuçlandırılmalıdır. Denetlenmeyen işlerin doğru mu yanlış mı yapıldığı ya da işin amacına ulaşıp ulaşmadığı anlaşılamaz.
Örneğin, bir yemek pişiriyorsunuz önce onu kafanızda tasarlayıp sonra içine neler katacağınızı,ne zaman pişireceğinizi hatta ne zaman servis yapacağınızı planlarsınız. Bu programa göre akşamdan hazırlığı varsa onlar yapılır, eksik malzemeler tamamlanır. Ardından “uygulamaya” geçilir ve yemek servise hazırdır. Akşam servis yaptığımızda yemeğin tuzunun fazla atıldığını fark ettiniz. Yemek maalesef yenemeyecektir. Tüm çalışma ve malzeme ziyan olmuştur. İşte; en yalın hali ile denetim bu yemeğin tuzuna bakmaktır. Tuzunu daha pişerken kontrol etmektir. Bu kontrol sonucunda düzeltmeler yaparız. Çok atılmış ise su ilave ederiz, ek malzemeler katarız. Bir şekilde önceden fark ettiğimiz problemi çözeriz. Bu olayda “cari denetim” söz konusudur. Tuzu atar atmaz kontrol yani doğru noktada “iş işten geçmeden” kontrol yapmış oluruz ki doğru kontrol tam anlamı ile budur. Ama toplum olarak yemeğin tuzunu sofraya gelince, evin reisine ya da ev halkına kontrol ettiririz. Bu tamamıyla geç kalınmış bir kontroldür.
Denetim yada kontrol hayatın her alanında olması gereken bir iştir. Eğer yaptığımız işin iyi,kaliteli ve amacına uygun yapılıp yapılmadığını bilmek istiyorsak ve o iş ile ilgili sorunlar yaşamak istemiyorsak denetim işini sağlıklı yapmamız gerekir. Günümüzde iş ve işletme yönetiminde artık hata yapma gibi bir lüksümüz kalmamıştır. Dünya ile rekabet ettiğimiz bir dönemde denetimsiz iş yapmamızın, hata yapmamızın bize maliyeti çok ağır olmaktadır. Bu husus çok önemli olup, ayrı bir yazı konusu yapılacak kadar geniştir.
Biz, denetimi her zaman; teftiş bir diğer kişiyi kontrol etmek ya da işine güven duyulmamak olarak algılarız. İlk verdiğimiz tepki “niye ben yanlış mı yapıyorum” dur. Hatta toplum olarak denetlenmekten hiç hoşlanmayız. Artık bunu aşmamız lazım. Bir iş yaparken denetlemeyi de kural olarak benimsememiz ve işimizde kendi yapmamız gereken denetimi ihmal etmememiz kesinlikle gereklidir.
Denetim işinin önemli bir boyutu da kişisel denetimdir. Toplum olarak öncelikle bunu çözmeliyiz. Bireyler olarak öncelikle biz kendi davranışlarımızı denetim altına almalıyız. Bu denetime “ÖZ DENETİM” diyoruz. Özdenetimin TDK sözlüğündeki karşılığı şu şekildedir:
“Daha önemli bir amaca ulaşabilmek için kişinin tepkilerini, davranışlarını veya başka amaca yönelme eğilimini denetleyip kısıtlaması, oto kontrol.”
Bireyler olarak yaptığımız işlerde ve ilişkilerde kendimizi kontrol etmemiz halinde bir çok problemi baştan çözmüş olacağız. Her türlü anlaşmazlıkta, tartışmada, olumsuzlukta önce meselenin özünü anlamak için kendimizi kontrol edip, sakin bir şekilde karşıyı dinlemeliyiz. Sonra, kendimizi karşının yerine koyarak onun istek ve beklentilerini düşünerek çözümü kendi içimizde bulmalıyız. Bizim kontrollü ve ılımlı tavrımız karşıyı da etkileyecek ve çözüm daha da kolaylaşacaktır. Sinirli halimiz kontrol edersek, mantıklı düşünmüş oluruz. Kendimizi karşının yerine koyabiliriz. Buna fırsat yaratmış oluruz. Bunu yaparsak karşının beklentilerini, haksız olduğumuz konuları anlamış ve baştan düzeltme yoluna girerek karşıya bir adım yaklaşmış oluruz. Karşı da bizim bu hareketimizden olumlu etkilenecek belki olumuz tavrından vazgeçecektir. Sorun daha kolay ve zararsız çözülecektir. Bu çözüm ne sayesinde oluştu? Tabii ki “ özdenetim” ve “empati” sayesinde.
Sanırım Türk toplumu kadar davalı-davacı,küs veya kırgın bir millet daha yoktur. Sebep belki de burada yatıyor. Sorunlarımızın çoğu karşıyı iyi anlamamaktan kaynaklanıyor. Aslında, bir konuda iki tarafa da çözümü düşünürse, sorunlar daha da çabuk ve pratik çözülebilir. Galiba, Fransızca kökenli “empati” sözcüğünü daha iyi öğrenmemiz ve uygulamamız gerekli. TDK sözlüğünde “duygudaşlık” olarak belirtilen empati, kendini karşımızdakinin yerine koyarak düşünme olarak açıklanabilir. Belki uğruna insanların öldüğü bir çok olay, bu tür eksikliklerimizden kaynaklanıyor. Milyarlarca liralık ekonomik kayıplarımız, zaman kayıplarımız küçük eksikliklerimizden, kendimizi kontrol edememekten kaynaklanıyordur. Bu arada son zamanlarda bir çok şeyi yabancı kelimeler ile ifade eder hale geldik. Empati, inovasyon, mediasyon vs. Son günlerde toplantılarda; “neden bu yabancı sözcükler” diye hep ilgililere soruluyor. Soranlar haklı, belki kullananlar da haklı . Bir oda başkanı, diğer oda başkanına ya da paneliste soruyor mesela. Ama verilen yanıtlar doyurucu değil. Ana sebep bu yanıtlar değil. Bu konuyu gelecek yazımızda gazetenizde detaylı olarak ele alacak ve gerçek sebebini hep birlikte okuyacağız.
(Aslında bir hafta bekleyemem!) Bu sözcükleri biz biliyoruz ama ne bildiğimizin niye bildiğimizin farkında değiliz. Empatiyi ata sözlerimizden “ İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır” çok güzel açıklıyor. Ama bir defa biz ithal muz yemeye alışmışız ya….! Biz sahip olduğumuz değerlerin farkında değiliz. Hem bireyler,hem de toplum olarak farkındalığımızı fark etmiyoruz,edemiyoruz . Zira son zamanlarda iletişimciler kişisel farkındalığı anlatıyorlar bizlere. Sahi neden farkında değiliz özdenetimin, inovasyonun, mediasyonun, empatinin, farkındalığımızın ve bunlardan bazılarının Türkçe anlam ve uygulamalarının…? Haftaya görüşmek üzere…Bol denetimli ve empatili günler dileğiyle.
|